GONE WITH THE WIND( Rüzgar Gibi Geçti)
Victor Fleming’in yönettiği, sinema tarihinin en büyük yapımlarından Gone with the Wind, ilk bakışta epik bir aşk hikayesi gibi görünür. Ama aslında bu film, Amerikan İç Savaşı’nın yıkıntıları arasında kimlik, hırs, aşk ve kayıp üzerine dokunaklı ve bir o kadar tartışmalı bir anlatıdır.
SCARLETT O'HARA
Vivien Leigh’in unutulmaz performansıyla Scarlett, klasik sinema kahramanlarının dışında bir figürdür. Güzel, zeki, ama aynı zamanda bencil ve acımasızdır. Onu büyüleyici kılan da kusurlarını saklamaması, hayatta kalma içgüdüsünü tutkuyla savunmasıdır. “Bir kadın her şeyi yapabilir” der gibi, savaşın ve felaketin ortasında dimdik ayakta durur.
RHETT BUTLER
Clark Gable’ın canlandırdığı Rhett, Scarlett’in zekasına ve inadına aşık olur. Ama bu aşk, Hollywood masallarındaki saf mutluluktan çok uzaktır. Tutku, gurur ve kırgınlıklarla örülüdür. İkili arasındaki çekişme, filmin kalbini oluşturur. Finalde Rhett’in söylediği o meşhur cümle, aşkın bile gurura yenilebileceğini gösterir.
BİR DÖNEMİN İHTİŞAMI VE ÇÖKÜŞÜ
Film, Güneyli aristokrasinin ihtişamını göz kamaştırıcı kostümler ve devasa setlerle sunarken, aynı zamanda bu dünyanın savaşla birlikte yıkılışını da dramatize eder. Tara Çiftliği’nin kül olup yeniden ayağa kalkması, sadece Scarlett’in değil, Güney’in de hayatta kalma arzusunu temsil eder.
TARTIŞMALI MİRAS
Gone with the Wind, gösterişli sinemasıyla büyülerken aynı zamanda eleştirilerin hedefi olmuştur. Kölelik ve Güney romantizmini yücelten bakış açısı, filmin tarihsel hafızadaki yerini tartışmalı kılar. Hattie McDaniel’in “Mammy” rolüyle Oscar kazanması (bir siyahi oyuncunun aldığı ilk Oscar) ise hem bir dönüm noktası hem de stereotiplerin gölgesinde kalmış bir başarıdır.
NEDEN İZLEMELİSİNİZ?
Bütün tartışmalarına rağmen Gone with the Wind, sinemanın ne kadar büyük, gösterişli ve etkili olabileceğini kanıtlayan bir başyapıt. Scarlett’in “Yarın yeni bir gün” diyerek geleceğe tutunduğu sahne, hala milyonlarca izleyici için umut ve direncin sembolü.