HUKUKTA GİZLİLİK NEREDE KAYBOLDU?
30/12/2025 11:54 | Son Güncelleme : 30/12/2025 15:11 | Okunma Sayısı : 54 | Bilge Temeloğlu
Türkiye’de yaşayıp da gündemi takip etmemek neredeyse imkânsız. Özellikle son dönemde yürütülen soruşturmalar, yalnızca siyasal ve toplumsal tartışmaları değil, ceza muhakemesi hukukunun en temel ilkelerini de yeniden düşünmeyi zorunlu kılıyor. Medyada dolaşıma sokulan ifade tutanakları, tanık beyanları ve henüz doğruluğu dahi teyit edilmemiş belgeler karşısında insan ister istemez şu soruyu soruyor:
Soruşturmanın gizliliği ilkesi bugün hâlâ geçerli mi?
Ben, mesleğinin henüz başında bir stajyer avukat olarak; teorik bilgileri hâlâ taze bir hukukçu refleksiyle uygulamada karşılaştığım bu tabloyu anlamlandırmakta zorlanıyorum. Zira ceza muhakemesi hukukunda daha ilk derslerde öğretilen temel prensiplerden biri, soruşturma evresinin gizli olduğudur. Bu ilke bir tercih değil, bir zorunluluktur.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 157. maddesi meseleyi açıkça düzenler:
“Kanunun başka hüküm koyduğu hâller saklı kalmak ve savunma haklarına zarar vermemek koşuluyla soruşturma evresindeki usul işlemleri gizlidir.”
Madde metni bu kadar netken, bugün yürütülen soruşturmalar hakkında kamuoyunun şüphelilerden önce bilgi sahibi olması nasıl açıklanabilir? İfadelerin içeriği, delillerin niteliği, dosyaya girdiği iddia edilen belgeler neden ve nasıl medya aracılığıyla servis edilmektedir?
Soruşturmanın gizliliği, yalnızca dosyanın selameti için değil; masumiyet karinesi ve lekelenmeme hakkı için de hayati önemdedir. Henüz hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı bulunmayan kişilerin toplum nezdinde suçlu ilan edilmesi, telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurur. Hukuk devleti iddiası, bireyin bu süreçte korunmasını zorunlu kılar.
Ancak gelinen noktada bu hassas dengenin giderek bozulduğunu görüyoruz. Öyle ki zaman zaman basına yansıyan ifade tutanaklarını okurken, bir ceza dosyasından çok bir magazin içeriğiyle karşı karşıya olduğumuzu hissediyoruz. Delil niteliğindeki bilgi ve belgelerin kontrolsüz biçimde dolaşıma sokulması, yalnızca soruşturmanın gizliliğini değil; özel hayatın gizliliğini de açıkça ihlal etmektedir.
Sıkça başvurulan “Halka mal olmuş kişiler eleştiriye daha açıktır” savunması ise bu durumu meşrulaştırmaya yetmez. Eleştiri ile yargısız infaz arasındaki çizgi her geçen gün biraz daha silinmektedir. Kamuoyunu bilgilendirmek adına yapılan bu ifşalar, çoğu zaman yargılamayı etkileme ve toplumsal algıyı yönlendirme aracına dönüşmektedir.
Masumiyet karinesi, bir hukuk süsü ya da soyut bir ideal değildir. Aksine adil yargılanma hakkının temel taşıdır. Soruşturma aşamasında yapılan her sızıntı, yalnızca bireylerin itibarını değil; yargının tarafsızlığına ve güvenilirliğine duyulan inancı da zedelemektedir.
Bu noktada artık şu soruyu yüksek sesle sormak gerekiyor: Hukukta gizlilik ilkesi fiilen mi terk edildi, yoksa yalnızca kanun metinlerinde mi yaşamaya devam ediyor?
Bu sorunun cevabı yalnızca hukukçuları değil; adalet duygusunu hâlâ canlı tutmaya çalışan herkesi ilgilendiriyor. Zira soruşturmanın gizliliği ortadan kalktığında, geriye sadece bireylerin değil, hukukun da savunmasız kaldığı bir alan kalıyor.
Saygılarımla
BİLGE TEMELOĞLU
Stajyer Avukat
30.12.2025
Bunlar da ilginizi çekebilir
BAYRAM YORGUNU İŞÇİLER
7 ay önceDARAĞACINA SIĞMAYAN TARİH
7 ay önceERGENE DEVLET HASTANESİ'NİN VİTRİN POLİTİKASI
429 milyon TL’lik devlet yatırımıyla yükselen Ergene Devlet Hastanesi, kamu hizmetinin nasıl “yerel algı aracı”na dönüştürüldüğünün çarpıcı bir örneği. Projenin sahibi devlet, ama sahiplenen belediye yönetimi. Yani Devlet Yapıyor, Belediye Story atıyor.
7 ay önce